Çerezleri kullanmamız için izninizi yönetme aracımız geçici olarak çevrimdışı. Bu nedenle, çerez kullanımına izin vermenizi gerektiren bazı işlevler eksik olabilir.
EKRANDAKİ ROTALARIN PEŞİNDE.
Dijital platformlarda izlenen bir sahnenin, sonraki seyahat planına yön vermesi artık şaşırtıcı değil. Sinema ve diziler yalnızca hikâye anlatmıyor, seyahat trendlerini de şekillendiriyor. ‘Flaneur’ların kelime haznesine son dönemde eklenen set-jetting kavramı, izleyicilerin favori yapımların geçtiği lokasyonları keşfetme tutkusunu tanımlıyor. Bir zamanlar yalnızca sahne olan şehirler, artık başlı başına birer destinasyon. Emily in Paris’le Paris, The White Lotus’la Sicilya buna en güncel örnekleri arasında. Ekranda başlayan bir hikâye, bavul hazırlıklarıyla devam ediyor.
Seyahat, artık yalnızca bir manzara görmek değil, izlenilen hikâyenin içinde bir süreliğine var olma arzusu taşıyor. Bu anlayıştan doğan set-jetting eskiden yalnızca bir kaçış alanı olan sinemayı yeni rotaların çıkış noktası olarak görüyor. Amerika’nın vahşi doğasında geçen Yellowstone dizisi, Montana’daki çiftlik konaklamalarına ilham veriyor. Notting Hill hâlâ Londra rotalarının zarif bir durağıyken Tokyo’daki Park Hyatt ise Lost in Translation sahnelerinin nostaljik etkisini koruyor. MINI’nin özgürlükle, merakla ve karakterle tanımlanan sürüş deneyimi de tam burada anlam kazanıyor - bir hikâyenin içinde, yolda olmanın hazzıyla!
BİR SAHNENİN İZİNDE.
Bazı yolculuklar, izlenen bir sahnenin akılda bıraktığı duyguyla başlar. Kamera kapanır, jenerik akar ama o sokak, o ışık, o manzara zihinde kalır. İşte set-jetting tam bu duygunun peşindedir; sinemanın düşsel atmosferini gerçeğe taşır.
Örneğin, Tokyo’da, Lost in Translation’ın unutulmaz bar sahnesinin geçtiği Park Hyatt Tokyo hâlâ aynı silüetiyle yükseliyor. Şehrin neon ışıkları arasında, 52. kattaki New York Bar hâlâ o sessiz kalabalığın duygusunu yaşatıyor. Yunanistan’ın Skopelos Adası, Mamma Mia! filminin ardından bembeyaz evleri, zeytin ağaçları ve mavi tonlarıyla romantik kaçışların adresine dönüşmüş durumda. Hırvatistan’daki Dubrovnik sokakları ise Game of Thrones’un “King’s Landing” sahnelerinden sonra Orta Çağ atmosferini yeniden yaşamak isteyen gezginlerle dolup taşıyor. Sinema ve seyahat arasındaki çizgi hiç olmadığı kadar yakınken; bir zamanlar yalnızca ekranda var olan dünyalar, bugün yolculukların en ilham verici duraklarına dönüşüyor.
NOSTALJİ ETKİSİ.
Dijital platformlar yalnızca yeni yapımları değil, nostaljik dizilerin geçtiği durakları da yeniden canlandırdı. 1990’ların efsane dizisi Sex and the City’nin devamı And Just Like That’teki Carrie Bradshaw’un New York dairesi ya da Notting Hill yeni kuşağın da merak noktaları arasında. Toskana, Under the Tuscan Sun’ın yarattığı atmosferle hâlâ romantik kaçışların adresi. Friends dizisindeki ikonik apartman ve Central Perk kafesi ise Manhattan’da yaşam hayalini canlı tutan semboller arasında. Dizinin New York’taki replikasında düzenlenen turlar ve konaklama deneyimleri, sahnenin duygusunu gerçek hayata taşıyor. Tıpkı The Italian Job’da MINI’lerin Milano sokaklarında yarattığı o unutulmaz şehir ritmi gibi, bu duraklar da sinematik anların enerjisini gerçek şehir dokusuna taşıyor. Bir sahnedeki ışık ya da müzik, yıllar sonra bile bir şehre gitmek için tek başına yeterli sebep olabiliyor.
POPÜLER ‘SET JETTING’ DURAKLARI.
Set-jetting kurgu dünyalarla olan kişisel bağların üzerinde, turizmi yönlendiren en güçlü eğilimlerden biri olarak kabul ediliyor. Öyle ki The White Lotus dizisinin 2022’deki çekimlerinin ardından Sicilya’nın Taormina kasabası için Google aramalarında %300’ün üzerinde bir sıçrama yaşanıyor. 2023’te Succession’ın final sezonunun yayınlanmasının ardından ise diziden yer alan Norveç’te bir otelin web sitesi, günlük görüntülenmelerin 400’den 18.500’e çıkması nedeniyle çöküyor. Durum böyleyken sinematik atmosferleriyle hafızalara kazınan rotalar, ilgiyi üzerlerine çekiyor. İskoçya’nın puslu tepeleri, Outlander’ın ardından yeniden ilgi görüyor; taş köprüleri ve sisli vadileriyle dizinin romantik ruhunu yaşatıyor. İngiltere’de Bridgerton’ın geçtiği malikaneler, dönem dizilerinin zarafetini yerinde hissetmek isteyenleri ağırlıyor. İtalya’da Amalfi kıyıları ve Capri, Paolo Sorrentino’nun sinemasal görkemiyle yeniden yorumlanıyor. Uzak coğrafyalarda Peru, yeni Paddington filmiyle Amazon ormanlarından And Dağları’na uzanan egzotik sahneleriyle merak uyandırıyor. Işıkların, seslerin ve manzaraların buluştuğu bu duraklar, sinemayla kurulan bağın en estetik hâline dönüşüyor.